28 Ocak 2014 Salı

Bukre

Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları

Uzun zaman oldu, kitap okuyamadığımdan yorum yazamadım. Ama hiç okumandım da değil. Bazılarını yorumlayamayacağım kadar iddialıydılar. Misal Dan Brown’un Cehennem’i. Mükemmel olduğundan başka ne söyleyebilirim ki? Bir de İtalya’yı gezdirmiş olmasının verdiği mutluluk var. Ruhi Mücerret’te olduğu gibi kitapta bahsi gecen tüm sanat eserlerinin gösterildiği sayfalar hazırlanmış internette. Kitabi okurken ya da bitirdikten sonra bakabilirsiniz. Okurken adi gecen yerleri görmek daha zevkli oluyor tabi… İtalya’ya zaten gittiyseniz ne ala! Ben bir de üstüne Da Vinci's Demons bölümleri izledim ki, sormayın kitaptan aldığım zevki; ımmmm...


Talihsizlikler yasadım; roman diye aldığım kitapların neredeyse hepsi birden kısa yazılar seklinde cikti ki okudum, anlatayım diyebileceğim bir tat bulamadım onlarda. Zaten bitiremedim de onları. Benim hatam “çok satanlar” kavramına kanmak. Safim ben. Aslında öylesi kitapları okuduk kabul edebiliriz, zira kısa yazılardan -denemeler- oluşan bir kitap benim “kitap” anlayışıma zaten uymuyor.

Aslında “Bukre” de benzer bir kitap. Romanla başlayan ve ardından kısa yazılara dönüşen ve şükür ki sonunu iyi bağlayan... Diğerlerinden farkı aradaki yazıların şiir niteliğinde olması. Göz ardı edemem, çok derin anlamları ile Aşkı anlatmış her şiir; esime yüksek sesle okuma ihtiyacı hissettirecek kadar derin ve güzel hem de… (bknz; sayfa 215 – KALANA)

Aylar önce aldım Bukre’yi. Yolculuğa çıkmasam sanırım başlayıp bitiremeyecektim de. 23 Ocak’ta uçakta başladım ve az önce bitirdim. Aradaki şiirlerden haberim yoktu o sayfalara gelene kadar! Okuduğum bir yorum sonunun güzel bağlandığını söylemişti, merakımdan bitirdim. Ve sonu gerçekten hoş oldu, içimden bir elektrik akımı geçti sanki fark edince…
Tamam, ikinci sonu hoş oldu. İlk sonu beğenmedim. Tabiatımda istediğim gibi bitmeyen kitapları sevme mevcut değil. Sonuna kadar olan kısımlar muhteşem olsa da memnuniyetsiz bitiriyorum kitapları eğer istediğim gibi bitmezse. “Senden Önce Ben”de olduğu gibi sorarsanız "güzel değil" derim. Evet, mantıklı olabilir, yazar okuyucuyu şaşırtmak isteyebilir ki bu son aslında kitabin başından belli idi, yine de Eyüp Sultan sahnesi farklı bitebilirdi ama değil mi Sayın Tazeoglu? Berna ile Emre toparladı olayı hadi iyisin.

Bukre-Cem-Selim arasında geçiyor hikâyemiz, sonra mana dolu şiirler, sonra da Emre ve Berna… Keşke şiirler ayrı bir kitapta olsaydı. Tadı Murathan Mungan’ın “Yaz Geçer”i gibi olabilirdi. Ben de o siirlere daha cok deger verebilirdim, arada kayniyorlar...

Bir kuple paylaşmadan da edemeyeceğim, en sevdiğimden;

“Unut beni kalanım…

Sana yazdığım şiirler, kalbinde tek tek ölüyormuş haberim yok. Meğer ben bu ölümü yeni şiirlerle ertelemeye çalışıyormuşum haberim yok. İçinde ‘keske’ler taşıyan ask, kimseye mutluluk getirmez. Bana pahalıya mal olan ucuz bir ask yaşadım. Elimde kalanlardan çok, elimden kaçırdıklarımla kaldım. Kalbime dönmeye yüzüm yok… Tehlikeli sessizlikler büyürken aramızda, kalbimi seninle kandırmıştım. Bu yüzden yüreğim bana küskün… Bu yüzden içim benimle konuşmuyor…”

Her kitabi okumak isteyenler okusun diyorum.

Sevgiler,
CES

 

Çalıkuşu

Reşat Nuri Güntekin - İNKILAP KİTABEVİ

Yılların kitabi Çalıkuşu, hepimizin çok severek okuduğu, günümüze kadar çekilen ve günümüzde bile yayınlanan dizilerinin severek izlendiği kitap…


İlkokul 5. sınıfta okuduğumu hatırlıyorum ilk olarak. O zaman Aydan Şener’in oynadığı dizi yayınlanıyordu; Aydan Şener’in adinin yıllarca “Gülbeşeker” diye anılmasına sebep olan… Daha sonraları da çok kereler okuduğum için ilk diyorum. Sonra da tahtada anlatmıştım. Hatta ortaokulda da anlatmıştım. Doğrusu okuduğum ilk Türk romanıydı. Güzel bir başlangıç yapmışım ki okumayı hala çok severim. Tabi hep ablamın sayesinde… Çalıkuşu’ndan sonra neredeyse tüm Reşat Nuri kitaplarını aldık ve okuduk. 


Dolayısıyla Çalıkuşu bas yapıtının yorumunu ablama bırakıyorum J Hep bir kitap yazsa da okusam dediğim ablam… Yıllar öncesinden bir yorum bu, 20 yıl önce, 16 yaşında bir kızın yorumu…


1.9.1993

Bu kitabi bir kaç gün önce aldım. Rahatlıkla diyebilirim ki benim için okuduğum en güzel Türk romanı. Reşat Nuri harika üslubu, akıcı bir dili ile romanı öyle güzel kilmiş ki. Ele alıp da bitirmeden bırakmak gücüne gidiyor insanın. Çalıkuşu zamanının ve zamanımın en beğendiğim tipi. Belki de bu istediğim kendimi onda bulduğumdandır. Bilmiyorum ama bunu ne kadar ağırbaşlı bir kız okusa da eminim bir parça uçarılık ona da bulaşır –bir anlık da olsa – .

Canan


Not: Bizim kitabimiz eski baskıydı, o yüzden eski baskı fotoğrafı koydum. Aşağıda da ablamın orijinal yorumu var kitabin ilk sayfasında. Gecen hafta Kuzey’imizin maalesef kopardığı sayfa...


Sevgiler…

CES






6 Ağustos 2013 Salı

Ruhi Mücerret


Murat Menteş - APRIL
 

 Benim yaşımda aşk, kimin kollarında ölecegine karar vermektir. Aslında her yaşta öyledir. 
 
“Ruhi Mücerret” kelimelerini ilk duyduğumda sanki hafızam bir şeyleri anımsıyor da bir turlu çıkaramıyormuş gibi içimde kıpırtılar oluyordu. Hem merak etmek istemiyordum, hem de aklımdan çıkmıyordu. Derken, derken DUF! hatırladım... Düşünmek için size süre tanıyorum.

Girişimiz hızlı olsun; bu kitap okunur! Bir sözüm yetti mi? O vakit gerisini okumanıza gerek yok… Fakat okursanız neden okumanız lazım geldiğini de anlatırım. 

Oh be, rahatladım. “Yaşım mı tutmuyor Allah’ım” diye hayıflandığım kitapların ardından, ilaç gibi bir kitap okumuş olmanın saadetini yudumluyorum. Hem de lıkır lıkır. Beynime oksijen gitti yeminle.

Murat Menteş Yeni Şafak gazetesi yazarı. Kimilerince tepki toplayan, kimilerince takdir edilen... Ben tanımazdım, ta ki 21 Temmuz’daki Ayşe Arman röportajına kadar; önce cinsel içerikli anlatacak bir şeyi olmadığından reddettiği röportaj… Ancak ben onun gibi yapmayıp ön yargıma yenilmeden verdim siparişini kitapyurdu.com’dan. 

Efendim isminin yarattığı kafa karışıklığının ardından kitabi elimize aldığımızda daha önce hiç karşılaşmadığımız kapak tasarımına gelelim. Yanardöner diye tabir edebileceğimiz, aşağıdan bakınca bir resim, yukarıdan bakınca başka bir resim gösteren bir kart var üzerinde. TV ekranı seklinde düzenlenmiş; bir bakıyorsunuz Cüneyt Arkın, bir bakıyorsunuz Orhan Gencebay oluyor. Okurken anlayacağımız üzere, zap yapılıyor TV’de.

Grinin Elli Tonu serisindeki gibi canim kitapta gecen sarkıları dinlemek istemisti. Baktım çoktan hazırlanmış ilgili videolar, internette kolayca bulabilirsiniz. Hatta kapaktaki resim degisikligini gösteren videolar da yüklenmis.
 
Her şey hayal ürünü diyor yazar, ama ne hayal! Yazar olmak isteten bir kitap. Bir değil iki değil, kaç kere keşke ben de yazar olsam dedirten hem de. Hatta bana keşke ablam da yazar olsa da dedirtti. Ablamın potansiyelini bilmekteyim zira.  Kendime hemen pay biçerdim... 

Yılların birikimiyle ki eminim çok okumanın verdiği, eğitilmiş, harmanlanmış ve ziyadesiyle yaratıcı bir beynin kaleminden çıkmış belli. Düşünüyorum da, insan yorumlama hakkini bile utanarak alıyor üstüne.  O kadar iyi nokta atışları, mükemmel teşbihler, aforizmalar ve bana “bu cümlelerin bir araya gelmesi için kaç ay ya da yıl harcanmalı Ya Rab!” dedirten bir anlatım… Yine kalemi aldım, baktım altını çiz çiz bitmiyor güzel ve komik sözler, bıraktım. Diyorum ki mutlaka okunası.

100 yaşındaki son İstiklal Gazisini anlatıyor bize, adı Ruhi Mücerret. Simdi basta bu biraz itici aslında, yaşından dolayı. Ancak bu bir asırlık adamın mezar taşına yazdıracağı o esprili sözler sizi sarıyor anında. Bir de Civan Kazanova var, genç adam iste bu. Onunla da hiç duymadığımız deyimlerle karşılaşıyoruz. Mezar taşı cümleleri ve bu deyimler sanki uzun romanda şiir havası estiren nakaratlar gibi. Bir şekilde bütünden kopmamanızı sağlıyor.
İlgimi çeken bir diğer nokta Ruhi Mücerret’te de olduğu gibi, isim soy isim kombinasyonları. İlk etapta yazarı tanımamanın verdiği “bu ne yahu” dedirten isimler var; Fujer Fuji, Masum Cici, Timur Tümör ve gazimizin son aşkı Nazlı Hilal… Civan Kazanova ve Serpil Silahlıperi diğerlerinin yanında bana bir nebze kabul edilebilir göründü. Ancak öğrendim ki yazar bunu daha önceki romanlarında da yapıyormuş. Böyle kulağa tuhaf gelen eşleştirmeler kullanıyormuş. Hatta okurları nasıl eşleştirmeler yapacağının da merakıyla bekliyorlarmış kitaplarını. Ne yalan söyleyeyim bu isimler gerçek gibi olmadıkları için hikâye de gerçek değilmiş hissi de veriyor, tamam kitap icabı ama ben gerçek diye inanmak isterim.

Macera dolu bir hikâye: Dövüşler, milli törenler, ameliyatlar, suikastlar, bıçaklanmalar, mahsusçuktan ölümler, kovalamacalar, depremler, uçak kazaları, ask ve Coca Cola treninin Pepsi Gemisine çarpması… 

Anlatmasi uzun oldu, daha bahsetmek istediğim çok yer var ama yeter! 

Tanıştığıma çok memnun oldum Murat Menteş.

Not 1: Kitaba reklam aldı mı merakı içerisindeyim… :)

Not 2: Ruhi Mücerret’i hatırladınız mı? Nazlı Hilal deyince de mi hatırlamadınız yoksa? “Fışkırır ruhi mücerret gibi yerden naaşım” dersem nerde geçtiğini hatırlayın artık rica edeceğim...

Not 3: Ruhi Mücerret son sözlerinin Kelime-i Şehadet olmasını arzuluyor ve bizlere de kitap biterken Müslümanlığımızı tekrarlatıyor. Ancak onun şehadetinde “Allah’ın Kulu ve elçisidir” kısmındaki “kulu” neden yoktu bilmiyorum…

CES

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Efsane Bir "Barbaros" Romanı



Asil kitabımıza dönelim; başlık su olmalı “İskender Pala’ya hayranlık duyulası bir roman daha!”

Yıllık iznimizle sezonu açtığımız Mayis sonunda, Bodrum’da sıcacık güneş altında, havuz başı ya da iskele de uzanırken hup diye içine çekildim… Laurent’in kitabinin aksine, bir çırpıda bitirtiverdi kendisini. Üstelik okumamaya da zorladım kendimi biraz da ortamı hazmedeyim, tatile doyayım diye. 


Hikâye Barba-Rossa kardeşlerin denizler üstündeki yaşamını anlatıyor, korsanlıktan Kaptan-i Deryalığa giden savaşlarla gecen bir omur... Aslında Barbaros’un haritacısının o uzun soluklu aşkı bence ana hikâye ama bu konuya girmeyeyim, okuyanlar yaşasın zevkini.


Tarihi, hatıraları bir araya böyle bir dille getirmesine bayıldım yine. Daha önce de İskender Pala’nın kitaplarını okuduğum için daha çok etkileniyorum, farklı bir alanda, tamamen kendisine has olan bir denizcilik diliyle yazılmış bu romandaki yazar hâkimiyeti hem göz dolduruyor, hem ufuk açıyor. 


Birçok ülke tarihi hakkında da bilgi verdiği için sanki yabancı yazarlara ait bir kitap okuyormuşum gibi geldi, mesela Dan Brown – yakinda “Cehennem”e baslayacagim bu arada, Simgebilim Profesörü Robert Langdon yeniden hayatımızda-. Philippa Gregory'nin “Boleyn Kızı” romanını okumuştum ve Efsane’de Anne Boleyn’in VIII. Henry ile düğününün bahsi geçince bu fikrim pekişti. Diyebilirim ki –bence- İskender Pala gerçekten evrensel bir deha!


Kitaptan birkaç bilgi; “Heyamola” “Hey Ya Mevla!” haykırışlarının sonradan aldığı hal imiş. Barba-Rossa “Kızıl sakal” demekmiş ki kardeşi Oruç Reis de bu lakapla anılırmış. Barbaros’un mezarı zamanında su içindeymiş. Her gemi boğazdan geçerken onu selamlarmış. Cenazesinde de Beşiktaş’ın isminin de nerden geldiğini öğreniyoruz…


Hem hikâyesi, hem bilgi hazinesi ile doyurucu bir eser. Kaptan-i Derya eniştem Ali Kaptan’a hediye edeceğim kısmetse. İyi bir okuyucu ile kitap paylaşmak gerçekten mutlu ediyor…


CES

2 Ağustos 2013 Cuma

Dönüş



Ayşe Kulin - Remzi Kitabevi
Ayşe Kulin’in son romanı Dönüş hala çok satanlar listesinde, en baslarda.  Hikâyesinden ziyade hissettirdiklerini paylaşmak istedim…

Ne zaman aldığımı simdi tam anımsayamadım, Haziran başı olsa gerek. Zaten ilk baskı Mayıs ayındaydı. Ne zaman başladığımı hatırlıyorum ama 8 Haziran’da Frankfurt Uluslararası Havalimanı’nda. Ne zaman bitirdiğimi de hatırlıyorum, ayni gün, daha Dallas’a ulaşamadan. Kalın bir kitap değil zaten, 295 sayfa, e ben de iştahlı bir okuyucuyum. Donus yolunda ne yapacagimi dusunup durmam da cezam oldu.

Artık konu kitap olunca çok mu zor beğenir oldum bilmiyorum ya da başlangıçlardaki iştahımdan mı sonları içime sindiremiyorum… Genel bir tatminsizlik hâsıl oluyor bana son zamanlarda. Bu kitap da öyle, hevesle başladım Ayşe Kulin’in eseri diye fakat bitirdiğimde sıradan geldi. Hâlbuki birçok kitabini çok beğenerek okudum Ayşe Kulin’in bu güne dek.


Aslında bu kitapta bahsi gecen karakterlerle ilgili ayrı iki roman var ve ben onları okumadım –Gizli Anların Yolcusu, Bora’nın Kitabi-. Zannederim tatminsizliğimin sebebi budur. Öyle olmasını umalım ki okumak isteyenleri engellemiş olmayayım. Ama eğer bu kitabi sevmek için diğerleri lazım olsaydı en azından bir numaralandırma olmalıydı kitaplarda. Simdi ben donup o iki kitabi okumayı tahayyül edemiyorum, geçmiş ola. 

Dedim ya kitabi Haziran başında okudum ve içinde beni çok şaşırtan şeyler de vardı. Biliyorsunuz ülkemizde Gezi Parkı eylemleri oldu. Şehrimizin merkezindeki küçücük alanda kalmış son ağaçlarımızın yerine eskiden de orda olduğundan mütevellit bir kışla yapılması planlanmıştı. Ve tüm bu fikre karşı çıkanlar “bir avuç çapulcu” olarak nitelendirildi, hiçe sayıldı, üzüldü ve daha da çok tepki verdik hepimiz bizi kendi vatandaşı görmeyenlere... Canlar bile gitti bu uğurda…


Kitapta bir Mimar Hakan var, ilerde esas oğlan olacağı belli olan zat.  Çamlıca’ya yapılacak Camii yüzünden isinden ayrılmış, gayet günümüz liderinin düşüncelerinin ne olduğunu açıkça ortaya koymuş ve hatta şehrin merkezine yapılacak Kışladan da bahsediyor!  Bu kısmı okuyunca zaten tekrar yayın tarihine baktım hemen ve olayların başladığı günden öncesine işaret ediyordu! İster istemez etkileniyor insan.


Bu arada gecen gün D&R’a gittiğimde Gezi Parkı eylemlerini anlatan yeni cikmis kitaplara rastladım, hem de "çok satanlar"daydılar. İçim burkuldu… Detaylı bakmadım ama gelirinin bir yere gönderileceğini okumadım. Ben almam o kitapları bu sebeple… 


Kitapta babasından İngiltere’ye kaçırılan sanatçı ruhlu bir kız var Derya, annesi var, onu aldatan babası var, anneyi mutlu eden bir üvey baba var, babanın büyük aşkı var ki bu okumadığım diğer bir kitabin konusu (Boran’ın Kitabı) -alisilmisin dışında-, mimar Hakan var ve bir yerlerde anlamsız bir ölüm var…

Tabiri caizse beni kesmedi, daha güzel romanlarda buluşalım…


CES