6 Ağustos 2013 Salı

Ruhi Mücerret


Murat Menteş - APRIL
 

 Benim yaşımda aşk, kimin kollarında ölecegine karar vermektir. Aslında her yaşta öyledir. 
 
“Ruhi Mücerret” kelimelerini ilk duyduğumda sanki hafızam bir şeyleri anımsıyor da bir turlu çıkaramıyormuş gibi içimde kıpırtılar oluyordu. Hem merak etmek istemiyordum, hem de aklımdan çıkmıyordu. Derken, derken DUF! hatırladım... Düşünmek için size süre tanıyorum.

Girişimiz hızlı olsun; bu kitap okunur! Bir sözüm yetti mi? O vakit gerisini okumanıza gerek yok… Fakat okursanız neden okumanız lazım geldiğini de anlatırım. 

Oh be, rahatladım. “Yaşım mı tutmuyor Allah’ım” diye hayıflandığım kitapların ardından, ilaç gibi bir kitap okumuş olmanın saadetini yudumluyorum. Hem de lıkır lıkır. Beynime oksijen gitti yeminle.

Murat Menteş Yeni Şafak gazetesi yazarı. Kimilerince tepki toplayan, kimilerince takdir edilen... Ben tanımazdım, ta ki 21 Temmuz’daki Ayşe Arman röportajına kadar; önce cinsel içerikli anlatacak bir şeyi olmadığından reddettiği röportaj… Ancak ben onun gibi yapmayıp ön yargıma yenilmeden verdim siparişini kitapyurdu.com’dan. 

Efendim isminin yarattığı kafa karışıklığının ardından kitabi elimize aldığımızda daha önce hiç karşılaşmadığımız kapak tasarımına gelelim. Yanardöner diye tabir edebileceğimiz, aşağıdan bakınca bir resim, yukarıdan bakınca başka bir resim gösteren bir kart var üzerinde. TV ekranı seklinde düzenlenmiş; bir bakıyorsunuz Cüneyt Arkın, bir bakıyorsunuz Orhan Gencebay oluyor. Okurken anlayacağımız üzere, zap yapılıyor TV’de.

Grinin Elli Tonu serisindeki gibi canim kitapta gecen sarkıları dinlemek istemisti. Baktım çoktan hazırlanmış ilgili videolar, internette kolayca bulabilirsiniz. Hatta kapaktaki resim degisikligini gösteren videolar da yüklenmis.
 
Her şey hayal ürünü diyor yazar, ama ne hayal! Yazar olmak isteten bir kitap. Bir değil iki değil, kaç kere keşke ben de yazar olsam dedirten hem de. Hatta bana keşke ablam da yazar olsa da dedirtti. Ablamın potansiyelini bilmekteyim zira.  Kendime hemen pay biçerdim... 

Yılların birikimiyle ki eminim çok okumanın verdiği, eğitilmiş, harmanlanmış ve ziyadesiyle yaratıcı bir beynin kaleminden çıkmış belli. Düşünüyorum da, insan yorumlama hakkini bile utanarak alıyor üstüne.  O kadar iyi nokta atışları, mükemmel teşbihler, aforizmalar ve bana “bu cümlelerin bir araya gelmesi için kaç ay ya da yıl harcanmalı Ya Rab!” dedirten bir anlatım… Yine kalemi aldım, baktım altını çiz çiz bitmiyor güzel ve komik sözler, bıraktım. Diyorum ki mutlaka okunası.

100 yaşındaki son İstiklal Gazisini anlatıyor bize, adı Ruhi Mücerret. Simdi basta bu biraz itici aslında, yaşından dolayı. Ancak bu bir asırlık adamın mezar taşına yazdıracağı o esprili sözler sizi sarıyor anında. Bir de Civan Kazanova var, genç adam iste bu. Onunla da hiç duymadığımız deyimlerle karşılaşıyoruz. Mezar taşı cümleleri ve bu deyimler sanki uzun romanda şiir havası estiren nakaratlar gibi. Bir şekilde bütünden kopmamanızı sağlıyor.
İlgimi çeken bir diğer nokta Ruhi Mücerret’te de olduğu gibi, isim soy isim kombinasyonları. İlk etapta yazarı tanımamanın verdiği “bu ne yahu” dedirten isimler var; Fujer Fuji, Masum Cici, Timur Tümör ve gazimizin son aşkı Nazlı Hilal… Civan Kazanova ve Serpil Silahlıperi diğerlerinin yanında bana bir nebze kabul edilebilir göründü. Ancak öğrendim ki yazar bunu daha önceki romanlarında da yapıyormuş. Böyle kulağa tuhaf gelen eşleştirmeler kullanıyormuş. Hatta okurları nasıl eşleştirmeler yapacağının da merakıyla bekliyorlarmış kitaplarını. Ne yalan söyleyeyim bu isimler gerçek gibi olmadıkları için hikâye de gerçek değilmiş hissi de veriyor, tamam kitap icabı ama ben gerçek diye inanmak isterim.

Macera dolu bir hikâye: Dövüşler, milli törenler, ameliyatlar, suikastlar, bıçaklanmalar, mahsusçuktan ölümler, kovalamacalar, depremler, uçak kazaları, ask ve Coca Cola treninin Pepsi Gemisine çarpması… 

Anlatmasi uzun oldu, daha bahsetmek istediğim çok yer var ama yeter! 

Tanıştığıma çok memnun oldum Murat Menteş.

Not 1: Kitaba reklam aldı mı merakı içerisindeyim… :)

Not 2: Ruhi Mücerret’i hatırladınız mı? Nazlı Hilal deyince de mi hatırlamadınız yoksa? “Fışkırır ruhi mücerret gibi yerden naaşım” dersem nerde geçtiğini hatırlayın artık rica edeceğim...

Not 3: Ruhi Mücerret son sözlerinin Kelime-i Şehadet olmasını arzuluyor ve bizlere de kitap biterken Müslümanlığımızı tekrarlatıyor. Ancak onun şehadetinde “Allah’ın Kulu ve elçisidir” kısmındaki “kulu” neden yoktu bilmiyorum…

CES

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Efsane Bir "Barbaros" Romanı



Asil kitabımıza dönelim; başlık su olmalı “İskender Pala’ya hayranlık duyulası bir roman daha!”

Yıllık iznimizle sezonu açtığımız Mayis sonunda, Bodrum’da sıcacık güneş altında, havuz başı ya da iskele de uzanırken hup diye içine çekildim… Laurent’in kitabinin aksine, bir çırpıda bitirtiverdi kendisini. Üstelik okumamaya da zorladım kendimi biraz da ortamı hazmedeyim, tatile doyayım diye. 


Hikâye Barba-Rossa kardeşlerin denizler üstündeki yaşamını anlatıyor, korsanlıktan Kaptan-i Deryalığa giden savaşlarla gecen bir omur... Aslında Barbaros’un haritacısının o uzun soluklu aşkı bence ana hikâye ama bu konuya girmeyeyim, okuyanlar yaşasın zevkini.


Tarihi, hatıraları bir araya böyle bir dille getirmesine bayıldım yine. Daha önce de İskender Pala’nın kitaplarını okuduğum için daha çok etkileniyorum, farklı bir alanda, tamamen kendisine has olan bir denizcilik diliyle yazılmış bu romandaki yazar hâkimiyeti hem göz dolduruyor, hem ufuk açıyor. 


Birçok ülke tarihi hakkında da bilgi verdiği için sanki yabancı yazarlara ait bir kitap okuyormuşum gibi geldi, mesela Dan Brown – yakinda “Cehennem”e baslayacagim bu arada, Simgebilim Profesörü Robert Langdon yeniden hayatımızda-. Philippa Gregory'nin “Boleyn Kızı” romanını okumuştum ve Efsane’de Anne Boleyn’in VIII. Henry ile düğününün bahsi geçince bu fikrim pekişti. Diyebilirim ki –bence- İskender Pala gerçekten evrensel bir deha!


Kitaptan birkaç bilgi; “Heyamola” “Hey Ya Mevla!” haykırışlarının sonradan aldığı hal imiş. Barba-Rossa “Kızıl sakal” demekmiş ki kardeşi Oruç Reis de bu lakapla anılırmış. Barbaros’un mezarı zamanında su içindeymiş. Her gemi boğazdan geçerken onu selamlarmış. Cenazesinde de Beşiktaş’ın isminin de nerden geldiğini öğreniyoruz…


Hem hikâyesi, hem bilgi hazinesi ile doyurucu bir eser. Kaptan-i Derya eniştem Ali Kaptan’a hediye edeceğim kısmetse. İyi bir okuyucu ile kitap paylaşmak gerçekten mutlu ediyor…


CES

2 Ağustos 2013 Cuma

Dönüş



Ayşe Kulin - Remzi Kitabevi
Ayşe Kulin’in son romanı Dönüş hala çok satanlar listesinde, en baslarda.  Hikâyesinden ziyade hissettirdiklerini paylaşmak istedim…

Ne zaman aldığımı simdi tam anımsayamadım, Haziran başı olsa gerek. Zaten ilk baskı Mayıs ayındaydı. Ne zaman başladığımı hatırlıyorum ama 8 Haziran’da Frankfurt Uluslararası Havalimanı’nda. Ne zaman bitirdiğimi de hatırlıyorum, ayni gün, daha Dallas’a ulaşamadan. Kalın bir kitap değil zaten, 295 sayfa, e ben de iştahlı bir okuyucuyum. Donus yolunda ne yapacagimi dusunup durmam da cezam oldu.

Artık konu kitap olunca çok mu zor beğenir oldum bilmiyorum ya da başlangıçlardaki iştahımdan mı sonları içime sindiremiyorum… Genel bir tatminsizlik hâsıl oluyor bana son zamanlarda. Bu kitap da öyle, hevesle başladım Ayşe Kulin’in eseri diye fakat bitirdiğimde sıradan geldi. Hâlbuki birçok kitabini çok beğenerek okudum Ayşe Kulin’in bu güne dek.


Aslında bu kitapta bahsi gecen karakterlerle ilgili ayrı iki roman var ve ben onları okumadım –Gizli Anların Yolcusu, Bora’nın Kitabi-. Zannederim tatminsizliğimin sebebi budur. Öyle olmasını umalım ki okumak isteyenleri engellemiş olmayayım. Ama eğer bu kitabi sevmek için diğerleri lazım olsaydı en azından bir numaralandırma olmalıydı kitaplarda. Simdi ben donup o iki kitabi okumayı tahayyül edemiyorum, geçmiş ola. 

Dedim ya kitabi Haziran başında okudum ve içinde beni çok şaşırtan şeyler de vardı. Biliyorsunuz ülkemizde Gezi Parkı eylemleri oldu. Şehrimizin merkezindeki küçücük alanda kalmış son ağaçlarımızın yerine eskiden de orda olduğundan mütevellit bir kışla yapılması planlanmıştı. Ve tüm bu fikre karşı çıkanlar “bir avuç çapulcu” olarak nitelendirildi, hiçe sayıldı, üzüldü ve daha da çok tepki verdik hepimiz bizi kendi vatandaşı görmeyenlere... Canlar bile gitti bu uğurda…


Kitapta bir Mimar Hakan var, ilerde esas oğlan olacağı belli olan zat.  Çamlıca’ya yapılacak Camii yüzünden isinden ayrılmış, gayet günümüz liderinin düşüncelerinin ne olduğunu açıkça ortaya koymuş ve hatta şehrin merkezine yapılacak Kışladan da bahsediyor!  Bu kısmı okuyunca zaten tekrar yayın tarihine baktım hemen ve olayların başladığı günden öncesine işaret ediyordu! İster istemez etkileniyor insan.


Bu arada gecen gün D&R’a gittiğimde Gezi Parkı eylemlerini anlatan yeni cikmis kitaplara rastladım, hem de "çok satanlar"daydılar. İçim burkuldu… Detaylı bakmadım ama gelirinin bir yere gönderileceğini okumadım. Ben almam o kitapları bu sebeple… 


Kitapta babasından İngiltere’ye kaçırılan sanatçı ruhlu bir kız var Derya, annesi var, onu aldatan babası var, anneyi mutlu eden bir üvey baba var, babanın büyük aşkı var ki bu okumadığım diğer bir kitabin konusu (Boran’ın Kitabı) -alisilmisin dışında-, mimar Hakan var ve bir yerlerde anlamsız bir ölüm var…

Tabiri caizse beni kesmedi, daha güzel romanlarda buluşalım…


CES

14 Temmuz 2013 Pazar

Senden Önce Ben

Jojo Moyes - Pegasus Yayınları

Dram okumak, bunu sevmek tabi ki tercih meselesi ama çok sattığı ve çok övgü aldığı için bambaşka, pespembe hayaller kurarak başladığınız bir ask hikâyesi drama dönünce sonunuz hüsran olabiliyor...

“Senden Önce Ben ”den önce ben aslında yayınlamadığım bir kaç kitap daha okudum ancak yine araya tatiller, is seyahatleri ve maalesef Gezi olayları girdi. Ülkenizde önemli olaylar olagelirken kendinizi düşünemiyorsunuz…

Geçtiğimiz Cuma aksamı başlayıp oruç tutmak için yataktan çıkmadığım uzun bir uyku –Allah’ım sen bağışlayansın- ve arkadaşlarla guzel Süleymaniye Camii’nin eteklerinde yaptığımız iftarın ardından Pazar sabahı 3:21 itibariyle bitirdim romanı. Hırslı bir şekilde hemen bitsin istedim çünkü hem kitap içinde çok güzel yorumlar vardı hem de yayınevi Pegasus Twitter üzerinden hep övgü dolu eleştirileri re-tweet yapmıştı. Orada, okurken ağlamaktan bir hal olanlar hislerini paylaşmışlardı. Bu sebeple ben de okuyup bitirmek istedim bir çırpıda. Keza sürükleyiciydi de.

Ağlak bir kız olabilirim, çoktur reklamlara ya da marslara ağladığım, küçük bir sözden etkilenip boşaldığım. Ancak ben bu kitapta o ruh haline giremedim.  Zannederim beklentimin yüksekliğinin etkisi.
Başarılı, zengin ve yakışıklı bir is adamı olan Will Traynor kendisine bir motosikletin çarpması sonucu kuadripleji hastası oluyor; iki kolunu da iki bacağını da kullanamaz hale geliyor… Birçok insanın da yapamayacağı gibi Will kuadripleji ile yasamak istemiyor, hayatına son vermeye çalışıyor. Kendi denemeleri sevenlerinin yardımı ile basarisiz oluyor ama daha sonra herkesi ikna ederek Isvicre’ye, ötanazi yapımının serbest olduğu kliniğe gitmeye karar veriyor…

Hikâyemiz Louisa Clark’in 6 aylık bir surede onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışması üzerine kurulu. Kaçınılmaz olarak ona bakıcılık yaparken aralarında ask başlıyor. Standart bir Türk filmi gibi devam ederken romanımız umulmadık bir sonla bitiyor. Beni sarsan da bu!

Yazarı ve yayınevini eleştirmek istediğim bir kaç konu var. Bahsettiğim gibi hikâye sürükleyici, bir umutla, hızlıca okuyor insan ancak önemli karakterlerin hepsinin bakış açısı gösterilmişken Will’in gerçekten ne düşündüğünü hiç bilemiyoruz. Yapmak istediği şey ortada ancak bence Lou’nin gözünden ya da diğerlerinin gözünden anlatılan olaylar Will’in gözünden de anlatılmalıydı. Ayrıca Will ve Lou’nun gideceği tatile 8 gün kaldığı söylenmiş olduğu halde daha sonra bu sure 3 hafta olarak tekrar anlatılıyor. Böyle basit hatalar olmamalı.

Yayınevinin dikkatine de imla problemlerini getirmek isterim. Birçok yerde kelimeler yanlış takı alarak bitmiş. Örneğin  “inandım” olarak bitmesi gereken bir cümle “inandı” olarak bitiyor ve kişi kayması problemi yaşıyoruz. Bu tarz çok örnek var kitap boyunca. Tabi ki doğrusunun ne olması gerektiğini idrak ederek okuyoruz ama daha dikkatli olunursa ortaya daha kaliteli ürünler çıkar.

Kitap okuduktan sonra kafam dağılsın ruh halindeydim, bu kitap tam aksini yaptı. Etkisi hala sürmekte… Umduğum gibi bitseydi çoktan unutacaktım hâlbuki… Biliyorsunuz ki hepimiz birer engelli adayıyız ve bunun ne kadar zor bir durum olabileceğini az çok tahmin ederiz.

Kendimi düşündüğümde, sınırlara gelemez ruh halimi de göz önüne aldığımda her gün Allah’a şükretmem gerektiğini fark ediyorum…


CES

19 Şubat 2013 Salı

Allah Beni Böyle Yaratmış – Pucca Günlük 3. Kitap



PuCCa - Okuyan Us Yayınları

Uzun bir sure sonunda gectigimiz hafta sonu bitirebildim. Vakit aldı çünkü araya başka okunacak şeyler -roman değil, bir sertifika sınavına hazırlık-, diziler, filmler, kahvaltılar, akvaryumlar, alışverişler, misafirler, özel günler-geceler girdi Yoğun ve güzel zamanlardan geçtik bir kitabi bitirene kadar. Eksik olmasınlar inşallah.

Bu kitap bir roman olmuş, ikinci kitap romana yakin olmakla beraber önceki ikisi günlük samimiyetindeydi. Onlardan her bolumu macera dolu bir dizi çıkabilirdi, bundan çıkamaz. Bunun sebebi olayların az, betimlemelerin çok olmasından fikrimce; uzayıp giden, neredeyse konudan koparacak betimlemeler mevcut fakat vaka fakiri. Ya da şöyle diyeyim, vakalar büyük; evden atılmalar, evlilik hazırlıkları, yangınlar… Ama az sayıdalar. Beklentim ne kadar yükselmiş, her gün anlatılası bir şeyler yasamalısın PuCCa!

Kapağın altında ilk kitabin başında AŞTİ’de bıraktığımız Ankaralı ile olan aşkın hikâyesi var. PuCCa aşık olmuş gerçekten, ancak her saf aşık gibi yanlış kararlar vermiş, boyun eğmiş seviyor diye. Kendi kendimizi ikna etmek çok kolay sevildiğimize, gözümüz kor oluyor evet. Evet, PuCCa da seviliyor ama bazen insanlar seviyorlar diye insanlıktan çıkabiliyorlar... Kelimeler burada da kifayetsiz... Heyhat! PuCCa da geleceği gördüğü halde önlem alamayanlardan…

Olmadık zamanda bir cümle, bir kelime ile maziyi gözünüzün önünde bulabiliyorsunuz. Burnunuzun direğini sızlatıyor… Değişik yerlerde, şartlarda ama ayni zamanlarda yasamış kişileriz bizde. Etkileyiciliği bundan mi?..

Daha duygusalmış üniversite yıllarında ve benim sandığımdan daha saf. +21 sınırımı bu kitapla aşağıya çekebilirim. Alınan ders; ön yargıdan kaçınmak lazım. Gelgelelim ben bu yorumları anlattığım kız gerçekten O diye yapıyorum. Bu kisiler sadece roman karakterlerinden ibaret ise benim saflık seviyemi de siz anladınız. Ki burada en ufak bir değiştirmeyi de içine alıyorum.

Sözlerimizi neticelendirirsek… Sürüklenerek okuyamadım. Ilk ikisi kadar zevk alamadim. Merak ettiğim için baslamistim, merak edenler okusun… 
PuCCa’ya Not: Sonunda Ankaralıya seslenmenle hayal kırıklığı yaşadım.
2. Not: Her sevgiliden tek tas almak azımsanamaz bir basari. Takdir ettim. İclal Aydin gibisin maşallah.

CES

24 Ocak 2013 Perşembe

Ve Geri Kalan Her Şey - Pucca Günlük 2. Kitap



PuCCa - Okuyan Us Yayınları

Küçük Aptalın Büyük Dünyası’nın ardından, bir günde bitirdiğim kitaptır (geçtiğimiz Cumartesi vuku buldu) (“-tır” a dikkat).

İlkine nazaran daha istikrarlı bir PuCCa ve daha sempatik, daha anlaşılabilir, daha duygusal.

Büyük ask yine kavgayla başladı. Erik OUT, Ceri IN. Yalnız 2 evlilik de can alıcı cinsinden sürpriz. Bu kez daha bir roman gibi, çünkü Ceri uzun sure arka planda sessizce zamanının gelmesini bekliyor; aşkın zamanının gelmesini de biz. Kendisi de bir Twittter fenomeni. Dengini buldu o vakit. Yalnız dikkat çakal o biraz. Okumuş PuCCa yazılarını, kendine yol haritası çizmiş köftehor* seni. Aslında ne güzel, hem yazdıklarından onu olduğu gibi tanıdı –artık hiç bir mazeret ya da şikâyeti olamaz- hem de söylediklerine önem verdiğini kanıtladı.

Kitaba Penti sponsor olmuş, haliyle bir kaç yerde ismi geçmiş. Okurlar reklamın zorlama girdiği hissinde, sırıttığı kanaatinde. Bence dizi izlerken reklam sloganlarının oyuncuların repliklerine yansıtılmasının rahatsız ediciliğinin yanında lafı bile edilemez. Bir blogda kitapta 4 kere Penti geçmiş diye okudum. Bu kısacık yazıda bile 2 kere geçti iste. Üstelik bedava. Aksi halde her satırda geçmesi için uygun kelimeler bulabileceğimden eminim. 

Maddiyata girince aklıma geldi… Samimiyetini sevdiğim, ilk kitaptan beklediği paradan bile bahsediyor. 

Ve ve ve 275. sayfadan özellikle bahsetmek isterim, zira gözlerimde yaslar yağmur, ölecektim gülmekten. “Kopmak” fiilinin kendini kaybetmek anlamıyla en az 5dk kesintisiz güldüm. Ne oluyor diye esim geldi, esime anlatırken -ya da anlatmaya çalışırken- güldüm. Yattığım yerde bacaklarım kontrolsüz, vücudumla dik açı oluşturacak şekildeyken güldüm. Sağa yuvarlandım güldüm, sola yuvarlandım güldüm. Her turlu güldüm kısaca; PuCCa randevusundan döndüğünde kapıya Ceri dayandığında… Ifadelerinin orjinalligine bir alkis.

Sonradan da düşündüm düşündüm güldüm…  

Yazarı gibi samimiyetle okunası, argo dağarcığınızı geliştiresi… 

CES

(* Sevgiyle karışık bir azarlama sözü)